Beden Duyumları

António Damásio duygularımızın birer duyum kümeleri olduğunu belirtir. Hatta duyumlarımızın, bizlerin karar verme mekanizmalarına etki ettiğini savunur ve bedensel duyumları “somatik belirteçler” olarak adlandırır. Yani beden duyumlarımız duygularımızın temelini oluştururken aynı zamanda tercihlerimizi belirlemenin ve sonuçları tartmanın ana yapıtaşlarından biridir. Duyumlarımızın işlevinin bilinir bir örneği olarak her gün ‘iç seslerimize’ istinaden yaptığımız seçimlerden bahsedebiliriz.

Bedensel duyumsamalarımızı takip edebilmemizin ve anlamamızın yolu duyumlarımızı beden düzeyinde hissedebilmekten, belirleyebilmekten ve tüm bunları tanımlayabilmek için somatik dili öğrenmekten geçer. Böylece günlük hayatlarımızda duyumların bize nasıl sinyaller verdiğini ve ne söylediğini anlamlandırabilme becerisi kazanmış oluruz.

Bedensel duyumlarımız duygusal süreçlerimizin altındaki sebeplerin ipuçlarıdır. Bu duyular vesilesi ile geçmiş deneyimlerimizden bugüne dek getirdiklerimizle bağlantılı düşüncelerimizi ve duygularımızı açığa çıkarmamız, yorumlamamız ve düzenlememiz mümkün hale gelir. Bu da kendimizi anlama sürecinde fazlasıyla önemli bir yer teşkil eder.

Peki beynimize bilgi ileten 5 değil de 8 duyu sistemimiz olduğunu biliyor musunuz?

Görme, koklama, işitme, tat alma ve dokunma duyularımızı pek tabi hepimiz biliyoruz. Bu 5 temel duyudan aldığı verilerle şekillenen, pek aşina olmadığımız üçü ise: vestibüler (denge), proprioseptif (hareket) ve interoseptif (içsel) duyumuzdur.

Vestibüler duyumuz: Yer çekimiyle ilişkimizi ayarlayan hız, hareket ve denge duyumuz. Vestibüler bilgi, uzayda vücut pozisyonu, duruş ve kas tonusu duygumuza, sabit bir görsel alanın korunmasına, iki taraflı koordinasyona, dengeye, denge duygusuna ve yerçekimi farkındalığına katkıda bulunur. Yani bedenin dengeli bir postürde kalmasını ve yerçekimi ile rahat ilişkisini sürdürmesine imkan verir. İç kulaktaki kristaller sayesinde veri toplayan bu duyumuzda başın her hareketi bir uyaran olarak işlenir. Görevi iç organların beyinle, beynin de iç organlarla iletişim halinde olmasını sağlamaktır. Yani diğer tüm duyuların şekillenmesi için referans noktaları oluşturmaktır.

Vestibüler duyumuzu nasıl besleyebiliriz?

Dizlerimizin üzerinde durmak, parmak ucunda yürümek, emeklemek, yatak üzerinde zıplamak, ofis sandalyesi üzerinde dönmek, yerde yuvarlanmak, sonbaharda yere düşen yaprakların üzerine zıplamak, öne-geriye doğru sallanmak, sallanan sandalyede sallanmak, salıncakta sallanmak, basamaklı taş yollarda veya yastık üzerinde yürümek veya dar yürüme alanında yürümek şeklinde zorlu denge yürüyüşleri yapmak gibi aktiviteler bu duyumuzu geliştirir.

Bu hareketlerin her biri bize nasıl hissettiriyor?

Bu pratiklerden sonra kendinizi sakin ve gevşemiş hissedebilirsiniz; öte yandan gergin ve kasılmış ya da atik bir durumda da hissetmeniz mümkündür.

Vestibüler girdi bizi sakinleştirebilir (yavaşça sallanma) veya bizi uyarabilir (hızlıca zıplama veya dönme).

İnteroseptif duyumuz (İç duyum): Bu duyumuz için, iç organlarımızdan gelen hislerimizdir diyebiliriz. İç duyum, bedenimizde neler olduğunu bilmemizi sağlar. Yani iç organlarımızdan gelen bilgileri alan duyumuzdur. 

Acıktığımızı, uykumuzun geldiğini, yorulduğumuzu, tuvalete gitmemiz gerektiğini, bir yerimizin ağrıdığını anlamamızı sağlar. Yani bedenimizin bize kalp ritmimiz, iç sıcaklığımız, kassal gerginliklerimiz ve iç organlarımız ile ilgili rahatsızlıklar gibi bedensel durumlar hakkında geri bildirim vermesine olanak sağlar. İnsan organizması iç duyum yardımıyla bedeninin içinden gelen sinyalleri duyumsar, yorumlar ve düzenler. 

Öfkelendiğimizde, kaygılandığımızda, heyecanlandığımızda içimizde neler oluyor? Duygularımıza ve duyumlarımıza aşina mıyız? 

Nefesimiz daraldığında, kesik ve kısa nefesler almaya başladığımızda bizi neyin endişelendirdiğini, neyin öfkelendirdiğini ya da korkuttuğunu anlayabiliyor muyuz? 

Değersiz veya yetersiz olduğumuzu düşünüp o an her ne yapıyorsak bırakıp telaşa kapılıp düşünmeden ve hissetmeden bir oraya bir buraya mı koşturmaya başlıyoruz? Yoksa durumu tamamen görmezden gelip kalabalık gruplar içerisinde eğlenirken mi buluyoruz kendimizi? Ya da ard arda saatlerce dizi izlerken? 

Peki endişeli veya öfkeli olduğumuzun farkına varıp, nefesimizin kısaldığını ve göğüs kafesimizin daraldığını duyumsayıp “bu hissi tanıyorum, endişelendiğimde ve yetersiz hissettiğimde böyle tepkiler verebiliyorum, bu sadece bir dalgalanma, birazdan geçecek” diyebiliyor muyuz kendimize?

Bu duyumun farkındalığı, zihnimiz ve bedenimiz arasında köprü kurmamıza olanak sağlar. Bedensel ve davranışsal tepkilerimize ne kadar aşina olursak, duygularımızı o kadar iyi anlamlandırabilir ve ihtiyacımız olduğunda duygularımızla aramıza mesafe koyabiliriz. Buna bağlı olarak da, fiziksel ve ruhsal dengemizi kurmaya, bazı katılaşmış fiziksel duruşlarımızın ve dirençli ruhsal hallerimizin çözülmesine ve hayat ile daha doğal ve güçlü bir bağ kurmaya olanak sağlamış oluruz.

İç duyumuzu nasıl besleyebiliriz?

Yorulduğumuzda hemen yatağa ya da koltuğa uzanmak yerine bulunduğumuz yerde başımız hafifçe öne doğru eğik biçimde (yani havaya ya da ileri doğru değil de zemine doğru bakmak) bedenimizi gözleyebiliriz. Bakalım neler oluyor içimizde yorulunca. Ya da bu pratiği acıktığımızda yemek yemeden hemen önce de yapabiliriz.

Her türlü duyguyu ve bedendeki hissiyatını/duyumsamasını gözlemek, beden odaklı psikoterapi pratikleri, yoga ve mindfulness benzeri pratikler, nefes egzersizleri gibi pratiklerle interoseptif (iç) duyumumuzu besleyebiliriz.

İnteroseptif duyumuzu (iç duyum) beslemenin sonuçları nelerdir?

Bedenin terapi sürecine dahil edildiği terapötik müdahalelerde temel element olarak kullanılan iç duyum, fiziksel ve duygusal evrelerimizi belirleyip iyileştirmede büyük rol oynamaktadır.

Artan iç duyum farkındalığının üstün karar verme ve psikolojik sağlamlılık ile bağlantılı olduğu görülmektedir. İçeriden algılama duyumunun üzerinde (somatik deneyimleme gibi beden odaklı psikoterapiler, mindfulness ve dayanıklılık-kuvvet egzersizleri ile) çalıştıkça zamanla kendi bedenimizin sinyallerinin farkındalığına ulaşır, zihin-beden dengemizi ve dolayısıyla öz-regülasyonumuzu (öz-düzenleme) daha kolay sağlayabiliriz.

– Literatüre bakıldığında iç duyuma dair yapılan görselleştirmelerin, kronik ve travmatik stresten sonuçlanan belirtilerin çözülmesine yol açtığı söylenmektedir.

– Psikoterapi sürecinde bedensel duyumsamalarımızdan faydalanılması, stresin ve travmanın uzantılarının ya da belirtilerinin terapist tarafından bulunabilmesine olanak sağlamaktadır.

Proprioseptif duyu: Eklemlerimizin boşluktaki durumunu ve hareketini algılama duyusudur. Bu duyu bedenimizdeki sinir ve kas kontrolünü düzenlemektedir. Yani duyusal alıcıları eklemlerde, kaslarda ve tendonlarda bulunur. Dolayısıyla eklemlerin dengesini sağlamaya da yardımcı olmaktadır. Bu duyumuzun görevi beynimizde vücudun fiziksel bir temsilini oluşturmaktır. 

Gözümüzle bedenimize bakmaya gerek duymadan vücut uzuvlarımızın birbiriyle ilişkisini, kasların gevşek ya da sert olduğunu anlamamızı sağlar. Örneğin yürürken öz duyum sayesinde eklemlerimizin konumuna ilişkin beynimize sürekli duyusal bilgi taşınır. Bu yüzden hareket ettirmek için ayaklarımıza ve adım attığımız noktaya bakmamız gerekmez.

-Bel, sırt, boyun ağrısı çekenlerimiz elbette vardır. Dünyaca evrildiğimiz hal, mesleklerimiz, teknoloji veya içsel-toplumsal krizler, sıkıntılar bizi gündelik hayatlarımızda öyle bir postüre sokuyor ki zaman geçtikçe kendimize ve birbirimize ‘dik dur’ derken buluyoruz belki bir çoğumuz kendimizi. 

Gün içinde bedenimizi nasıl kullandığımıza bir dikkat kesilelim bakalım. Öne mi katlandık, derin bir nefes alıp omuzlarımızı ve başımızı bir dikleştirelim. Bu şekilde durmak nasıl geliyor? Neler hissettiriyor bir bakalım.

Canımız mı yanıyor? O esneme hissine aşina mıyız ya da? İçimizde, biraz derinlerde göğüs bölgemizde farklı bir his mi yaratıyor? Kendimiz değil de bir başkası gibi mi hissediyoruz yoksa? Ya da bir süredir hissetmediğimiz o eski halimiz gibi mi hissediyoruz? 

Proprioseptif duyumuz neden var?          

Elimizi ne kadar sıkmamız, bacağımızı ne kadar ileriye nasıl bir kuvvet ile atmamız, kollarımızı ne kadar savurmamız, nereye eğilmemiz gerektiğini, nasıl durduğumuzu, yani hareketsel eylemlerimizi yürütebilmemiz bu duyumuz sayesinde oluyor.

Proprioseptif duyumuzu nasıl besleyebiliriz?

Önce bildiğiniz bir odanın içinde yürümeye başlayın, bir süre sonra bu eylemi birkaç saniyeliğine gözlerinizi kapayarak yapın. Bu pratiği bilmediğiniz yerlerde, bilmediğiniz yollarda yürürken de yapabilirsiniz. Tabi unutmayalım ki yalnız birkaç saniyeliğine, düz bir zeminde:) (Böyle yapınca aynı zamanda, yani görsel duyumuzu kullanmadan hareket etmeyi denediğimizde, beynimiz bedenimizin nerede ve hangi konumda olduğunu anlamak için çok daha yüksek bir çaba ile çalışmaya başlar).

Masaj, yoga, tai chi gibi vücudumuzun her yerindeki reseptörlere basınç uygulayan tüm pratikler; içinde bedenin ve farkındalığın olduğu eylemler proprioseptif duyumuzu aktifleştirir ve geliştirir.

-Birine sarıldığımızda, zıpladığımızda, dans ettiğimizde, bir şeylerin arasında sıkıştığımızda (örneğin yastıkların arasında) emeklediğimizde, sakız çiğnediğimizde, balon şişirdiğimizde, herhangi bir şeyi ittiğimiz ve çektiğimizde, titreşimli oyuncaklarla oynadığımızda, sallandığımızda, farklı zeminlere bastığımızda, hayvanları sevdiğimizde, dokunduğumuzda bu duyumuzu farklı farklı yollarla geliştiriyor oluruz. Bu aktiviteleri ve pratikleri sürekli olarak yaptıkça, yani zamanla, bu duyumuz gelişir.


Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır, tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu